Akşamdı, martı denize vurgun
yağmur yitirmişti köhne tadını
sana görünmez tarafa yağmıştı
gök renginde zümrüt gerdanın
çingene ağzıyla göğü öpmüştü
senin de her bir ok atışın
on deveye bedelse ey güzel!
sen de kapılardan kovulurdun
nazla gelip gönle kurulurdun
diken diye ayıkladığın çalıyı
gül diye yakama sen takardın
ey, avuçta gül devşiren yâren
kısarak gözlerimi her akşam
güneşi gidişine şahit kılarken
cebimde yedi topraktan yel ile
lâl dilimi kızgınlığına adardın
leyla’sı hiç olmamış mecnûn’un
gözüme b/akmayışına alınırdım
güzelce susmak gelirdi içimden
çocukluğumu, diz boyu hevesle
şiire yakışan gözlerine salardın
ah, mağarayı hep örümcek örer
insan eskice çınar, yıkılıp kalırdı
her adam biraz haylaz çocuk hâli
sen ki, en çok gülünce güzeldin
ağyara peçesiz görünen!
yedi kıtaya salmıştın kara haberi
bir mehdi, bir olsun diye kıtaları
en eski yerinden düğümlerdi
birnarâ, geceye başka aksa da
ısırılan ayağa süremedim elimi
seni bırakırken bir başına, süveyla
zülfikâr mağaraya nasıl yeterdi?
Mustafa IŞIK