I
Savruk yelesiyle dörtnala uçarı
sağrısı köpükten ak kısraklar
ölüm şaklar kırbaç şafağında
ararat’ı gözlerinden öperdi
vakit zemheri, uzanırdı bir el
kan damlardı felek sarnıcından
eski zamandan masal okunurdu
dağın gövdesine yol olur nehirler
salınırdı ak sarılarla nergisler
en güzel türkü dağa yakılırdı
bir dağ nasıl uyanılır, bilemem
neresinden öpülürdü beyaz at
seyyahın kavli şaha kalkınca
vedalar utanırdı sahibinden
her ölen doğumun habercisiydi
her kadın biraz Gülbahar’dı.
II
Bu dağ bir sevdanın adıdır, ah!
her âşık benzediği dağa yürür
yasına ağlayan dağlar piri, ey
beni de bin âşığından biri kıl
hele sorun kuşların haykırışına
gökyüzü hâlâ mavi midir
suyun sesine konan ay şavkı
seni çıkardım seslerin içinden
bilmez misin, âşığın kalesinden
böyle kolay mı geçilir
ararat’ım ‘ah’la geceyi içen eşkıya
henüz aşılmamış dağ doruğuyum
seherle doludur kaval çığlığım
güneş, vakitsiz gitmeme şahittir
eski zamandan dilsiz âşığım
yaslı kalbimle seni her bahar
papatya kokusu kadar özlerim
gel de beni yokluğuna alıştır.
Mustafa IŞIK